Bellik mı, gelgel itibarı mı?

VAR olmanın hikmeti, ayrıksı varlıklarla etkileşim içre olmaktır. Var olan, ama bizatihi bambaşka tek şeyle etkileşim ortamında bulunmayan molekül, esasta yoktur. Elan zaten, onunla etkileşim içre bulunmayanlar için yoktur. Etkileşim için ise bildirişim gerekir. O Hâlde; çıkmak, aşina olmak ve bilinmektir. Şayet bir madde fizik namına varsa, amma onun varlığından kimsenin haberi yoksa o madde iktisadi adına bulunmayan demektir. İlk bakışta mantıksız gelebilir; ama var olmanın üstelik aynı derecesi vardır. Yani ayrımsız özdek mantıkça “ya vardır, ya birlikte yoktur; bunun beyninde üçüncü aynı hal kâin değildir” dense üstelik, hayatın kendisinde yani toplumsal ve konuşu yaşamda maslahat “hangi kadar varım” sorunudur. Hangi kadar varım sorgulamasının küşade zifos bile “acep benim varlığımın birçok kişi farkındadır?” sorusudur. ’¡ ’¡ ’¡ İnsanlar, başkalarının yanında yeterince “haysiyet sahibi” olamamışlarsa yaptıkları aha ne kadar başarılı olurlarsa olsunlar, bunun keyfini süremezler. Bundan elan önemlisi, ekonomik başarının daima olabilmesi amacıyla şahsi yahut kurumsal “saygınlık” sahibi girmek şarttır. Bu etken-son ilişkisi işadamlarınca pir anlaşıldığından olacak, patronlar ve eğin yöneticiler, git gide henüz fazla onur iktisap peşinde koşar oldular. Rastgele periyot gazete ve bülten sayfalarında yahut ekranlarda değer sahibi atılmak üzere yırtınan “göğsü hariç sınık, karnı karın batık” insan manzaraları seyrediyoruz. ’¡ ’¡ ’¡ Bir Nice reklam firması, vaktiyle şirketin cirosunu ve karlılığını arttırmak amacıyla “işaret dayamak” üstüne esas yorardı. Şimdilerde ise “kurumsal iletişim” etkinlikleri hazırlayarak firmalara kamuoyunda onur kazandırmaya odaklandı. Amerika’dan gelen haberler, önümüzdeki on yılda firmaların lansman harcamalarının önemli benzeri kısmını “ürüne saygınlık kazandırmak” yerine “firmaya haysiyet kazandırmak” için tahsis edeceğini söylüyor. Iletişim Araçları kuruluşları dahi bu yıpranmamış eğilimi sezdiklerinden olacak, daha çok kitap reklamı almak hesabına, firmaları ve patronları efsaneleştirmeye yönelik “olgun kisvesi altında zatî reklamlar” yayımlamaya ağırlık verir oldu. ’¡ ’¡ ’¡ Markanın tanımı, “müşteriye bir vaat ve verilen tıpkısı sözdür”. Yani, nihai tüketici yahut kullanıcı, galiba aynı markayı tercih ederken satın aldığı ürünün kalitesinden emindir. Bu, müşterinin ürünle alay malay satın aldığı “güvence”dir. Markalı malın fiyatı, güvence bedelini üstelik içerdiği için markasız (güvencesiz) maldan efdal peki. Tüketici da bunu seve, seve öder. ’¡ ’¡ ’¡ Gurur kimliğinin markalaşması yani itibarının yükselmesi de kamuya verilen benzeri sözdür. Bu, o firma yöneticilerinin veya patronlarının, firmanın karını maksimize etmeye çalışırken amme yararına tahrip getirmeyeceği ve hassaten icabında amme çıkarı amacıyla karından fedakarlık edeceği sözüdür. Bu saraka firmaya onur, değer dahi ayrıcalık kazandırır. Meze de tutkun olmak için verilir. Meze tutulmazsa, imtiyaz nakız edilir. Epilog: Verilmeyen söz, tutulmayan sözden evladır.

Share: