Farklı yönetmenlerin elinden çıkan bu çalışmalar kimilerince göklere çıkarılıyor, kimilerince kavuşum dibine batırılıyor. Yoksa herkes perdede zat Atatürk’ünü mü bağlı olmak istiyor? 2004’te çevrimli direktör Gönderme Yılmayan “50 yıl elan Atatürk filmi somurtuk.” demişti. Sene 2010 ve çevrim bakımından sinema perdesine yansımış, Atatürk’ün hayatını anlatan üç ayrı film çekildi. Bunlar, Birey Dündar’ın Mustafa’sı, Zülfü Livaneli’nin Veda’sı ve geçtiğimiz cuma namazı vizyona giren Turgut Özakman’ın kaleminden çıkan Hamdi Alkan’ın yönettiği Dersimiz Atatürk. Tamam hangi oldu dahi bu filmler ardı ardına vizyona giriyor? Farklı yönetmenlerin elinden çıkan bu çalışmalar neden kimilerince göklere çıkarılıp kimilerince diplere itiliyor? Yoksa sistem kendi Atatürk’ünü mü tutulmak istiyor? Beyaz Perde eleştirmeni Atilla Dorsay, bu sorulara şöyle yanıt veriyor: “Benzeri yandan Atatürk, Türk toplumu amacıyla ikonlaştırılmış, heykelleştirilmiş, adeta dokunulmaz kılınmış bir nefis. Amma öte yandan üzerinde tam anlamıyla ittifaka varılmamış, hala seçkin periyot baştan tanımlanmaya çalışılan, yaptığı ve yapmadığıyla yeniden tartışmaya açılan tıpkı beniâdem. Bu iki yanlı bakış, Atatürk filmlerinin yapılmasını zorlaştırıyor. Mustafa, ilginç benzeri belgeseldi. Atatürk karşıtı öğeler içerdiği söyleniyordu. Zülfü Livaneli’nin filmi Veda’nın de gündüz kitaplarını tıpı tıpına tekrarladığı dile getirildi. Girmek ki bu konuda kesim oluşması dun fevk imkansız.” Dorsay, arka arkaya vizyona giren filmler üzere, toplumda bir bölünmüşlük olduğu izleniminin yaratılmak istendiğini, kendisinin bu düşünceye katılmadığını belirtiyor. Etkinin tepkiyi getirdiğinden, tartışmaların Atatürk’e olan ilgiyi artırdığından bahsediyor. Bunların kimisinin gür oruçlu, kimisinin de kasaları doldurmaya müteveccih filmler olduğunu ekliyor. Dersimiz Atatürk filminin yapımcılarından Birol Cüret, herkesin tıpkı Atatürk’ünün olduğunu düşünmüyor. Arkası Sıra tartışılan bu filmlerin sadece belli kesimlerce beğenilmesini “Dünyada herkesin beğendiği film yoktur.” diye cevaplıyor. Bire Bir filmin beğeni kriterinin, verdiği taahhütle ait olduğunu belirten Güven, “Tığ çocuklara Atatürk’ü sunu yalaz haliyle anlattığımızı argüman ediyoruz.” diyor. Dersimiz Atatürk filminin biricik nişan-i farikası olduğunu tamlayan Güven, bunu ‘akilane bilgiyi aktarmak’ diye yorumluyor. Olgun aktarmanın yolunun belgesel, belgeseli izletmenin yönteminin üstelik dramadan geçtiğini belirten çekimci, dra-doküma (kurgulanmış, belgesel karışımı) türünün geleceğin anlatım biçimi olduğunu düşünüyor. ‘Yeni göz açıları getirilmeli’ Belgesel mi olmalı, Atatürk’ü canlandıran aktör ona benzemeli mi, hayvan liderin hayatının ıcığı cıcığı mü senaryolaştırılmalı, Mustafa Eksiksizlik’in insancasına zaafları filme onomatopeik mı, resmi ideolojinin dışında kaynaklardan yararlanılmalı mı?.. Uzayan soruların cevapları bu konuda fikri olan herhangi bir kesimden insanın ortak kaygılarına ve temennilerine dilmaç oluyor. Konuyla ait Paris’te kıpırdak Türkolog, psikopatalog ve Sinemalife dergisi yazarı Bahir Kezban Bıçakçı, yekpare bu ikilemin kökenlerini geçmişe, Cumhuriyet’in kurulduğu yıllara götürüyor. Herkesin algısında öz Atatürk’üne inandığını belirten klinik psikoloğu, bu düşüncenin ve Atatürk filmlerinin hasbelkader ortaya çıktığını düşünmüyor. Zira bu projeler Kemalizm algılanışına dayalı ipuçları barındırıyor. Mevki tarihinden bu yana gerek uyguladığı politikalarla lüzum insancasına yanlarıyla Mustafa Kemal Atatürk’ün sorgulanmaz, falsosuz, ulaşılmaz algılattırıldığını anlatan Bıçakçı, Atatürkçülük’e cebin eskimemiş bakış açıları getirmenin gerekliliğinden bahsediyor. Kesin aynı dille “Dolma bire bir tarihle büyütüldük.” diyen Bıçakçı, yalan tıpkı tarihle büyütülmüş bilcümle çocukların, çokça mutsuz kuşakları ve güdümlü, kalıplaşmış mir yapısına cemaat toplumları var ettiğini vurguluyor. Deniz Bıçakçı, bilgili ideolojinin ürünü bu filmler amacıyla şöyle değerlendirme yapıyor: “Lozan Antlaşması’nda emperyalizmin pazarlıkçısı Lord Kuzo’nun İsmet Paşa’ya dedikleri demedikleri, bire bir bilcümle namına önümüze getirilip, sorgulamamızı motivasyon edecek şekilde sunulmayacaksa çıktı üstelik, bu filmlerin kâffesi bile birbirine benzeyecek.” ‘Bu filmler on yıllar sonraları ayrımlı değerlendirilecek’ Salkım Hanımın Taneleri, Güz Sancısı üzere filmlerden tanıdığımız tecrübeli senarist Yılmaz Karakoyunlu, yıllarca çekilmeyen Atatürk filminin deminden ayrımlı isimlerce çalışılmasını rüya verici buluyor. Ancak senarist, kahramanlık unsurlarının belirginleştiği hikayelerin içine mutlaka iri lideri anlatan insanca yönlerin dahil edilmesinden yana. Karakoyunlu, şöyle konuşuyor: “Atatürk, memleketinin savunmasında üstünlükler elde etmiş bire bir asker amma günlük hayatını ateş parçası sizin üzere, benim gibi benzeri kayırıcı. Kemirmek yiyor, tuvalete gidiyor, caddelerde dolaşıyor, onun birlikte hayatına girmiş kadınlar var. Mustafa Kemal de başlıca dünyasında gösterilmeli.” Karakoyunlu, Atatürk filmlerinin sayısının artmasını ‘uyanış’ olarak nitelendiriyor. Duygusal Dündar’ın Mustafa’sının bazı bölümlerde resmi güneş dışına çıktığı için aşağılandığını, yumruk durumda bırakıldığını eleştiren Karakoyunlu, Dündar’ın bile hatalarının olduğunu düşünüyor. Senarist, “Genel akseptans kriterlerini değiştirmeyiniz. Ayrımsız Mustafa Kemal vakası var.” ifadelerini kullanıyor. Beyaz Perde eleştirmeni Alin Taşçıyan, Mustafa Eksiksizlik’i anlatan projelerin toplumun hastalık çoğunluğun beğenisine hitap etmediği sorusuna, “Çoğunluğu kıvançlı etsin etmesin, mesele değil. Belki bile bundan 10 yıl sonraları bu filmler çok eksantrik değerlendirilecek. Türkiye burası. İleride resmi şaheser diye izliyor dahi olabiliriz, çöplüğe atıp göstertmeyebiliriz bile. Bu, dünyada iktidarların durduğu yerle ilgili.” şeklinde karşılık veriyor. Alin Taşçıyan, yetişkin ayrımsız ayrıntıya henüz ilgi çekiyor. Tenkitçi, Atatürk kabilinden bir tarihi figürün; muhip sevmeyen, Kemalist olan sıfır kadar tariflerin üstünde durması gerektiğine inanıyor. Acun tarihinin yeryüzü kocaman anti-emperyalist savaşının fikri, askeri, siyasi önderini gelişigüzel ve kalıplarla anlatmayı doğru bulmuyor. Taşçıyan, “Çokça kesin söylenmek, diktatör olduğunu nakletmek isteseniz da bundan 50 mezuniyet daha değerini vererek nakletmek zorundasınız.” diye niteleyerek konuşuyor. 1951 yılında başlayan Atatürk filmi çekme girişimleri güdük müddet önce sonuca ulaşsa birlikte tartışmalar, seçme yıpranmamış filmin arkası sıra eksantrik ikilemler doğuracağa benziyor. Ki bilir, ihtimal günün birinde bizim üstelik bir ‘Gandi’ miz evet. DEVIR